2018 yılı baharında, daha öncesinde altı ay kadar özel bir ilişki yaşadığım bir meslektaşım tarafından taciz/cinsel tacizde bulunmakla suçlandım. Söz konusu suçlama yapıldığında İsveç’te, Lund Üniversitesi bünyesinde yer alan Ortadoğu Çalışmaları Merkezi’nde görev yapmaktaydım. İddia sahibi de aynı merkezde doktora sonrası araştırmacı olarak çalışıyordu. Aramızdaki ilişki sanal ortamda, o Türkiye’deyken başlamıştı. Birlikte yeni bir hayata başlama planları yapıyorduk, dolayısıyla kızıyla birlikte İsveç’e gelmesine yardımcı oldum. Ağustos 2017’de yerleşmek üzere İsveç’e geldiler; bu tarihten Kasım 2017’ye kadar bir aile gibi birlikte yaşadık (bu durumu kanıtlayan özel yazışmalar ve fotoğraflar mahkemeye sunuldu). İlişkimiz aynı kurumda çalışmaya başlamadan önce, yani meslektaş değilken başlamıştı. (Elbette bir kişiyle ilişki yaşamış olmak, “taciz” olasılığını ortadan kaldırmaz. Ancak iddia sahibi hem bu ilişkinin varlığını reddetmiş, hem de iki yetişkin arasında karşılıklı rıza ile akademi dışında başlayan bir ilişkiyi “akademide taciz” vakası gibi göstermeye çalışmıştır. Resmi belgelerde bile atıfta bulunulan bir konuda yalan beyanda bulunmak diğer iddiaların niteliğini değerlendirmek açısından da önemlidir.)
Kasım 2017’de ilişkimiz sona erdi. Söz konusu kişi Mart 2018’de beni birlikte aldığımız Avrupa Birliği tarafından fonlanan Marie Curie projesinden ayrılmaya zorladı. Projeden ayrılmazsam kendisini taciz ettiğim gerekçesiyle beni üniversiteye şikayet edeceğini iddia ediyordu (bu durumu belgeleyen yazışma mahkemeye sunuldu). Uzun süredir kanserle boğuşmakta olan oğlumu yeni bir tedavi için Barselona’ya götürmek üzere olduğumdan projeden çekilmeye karar verdim. Aramızdaki ilişki bittikten sonra da arkadaşlığımız sürmüştü. Bu süre zarfında arabamı o kullanıyordu; ev kirası ve cep telefonu faturalarını nakit karşılığı ben ödüyordum. Birlikte ortak konferans ve proje başvuruları yapmaya da devam ediyorduk (“ısrarlı takibin” yaşandığı iddia edilen Ocak-Şubat-Mart 2017 ayına ait yazışmalar mahkemeye sunuldu).
Lund Universitesi’ne yapılan suçlama ve bu suçlama sonucu başlatılan soruşturma 5 yaşındaki oğlumun kansere yenik düştüğü ve hayatını kaybettiği döneme denk geldi. Üniversite bana yazılı bir “uyarı” verdi. Aynı gün oğlumun tedavisini sonlandırma kararını vermek zorunda kaldım. Bir ay sonra da oğlumu kaybettik. O sırada bu suçlamalara karşı kendimi savunacak, üniversitenin profesyonellikten uzak, kural hatalarıyla dolu soruşturmasına itiraz edecek durumda değildim; önceliğim, son bir ayını evde, ağrılarını azaltmaya yönelik palyatif tedavi altında geçiren oğlumla birlikte olmaktı.
Üniversitenin soruşturması biri benimle, biri de iddia sahibi ile yapılan iki mülakattan ibaretti. Bunun dışında Ortadoğu Çalışmaları Merkezi’nin bir önceki direktörü ile bir Skype görüşmesi yapılmıştı. İddia sahibi kanıt olarak ayrıldığımız Kasım-Aralık 2017 dönemine denk gelen bazı yazışmaları sunmuştu. İlişkimiz sona erdikten, yani bu yazışmalar yapıldıktan sonra arkadaşlık ve profesyonel ilişkimizin üç ay kadar daha devam ettiğini dikkate almayan soruşturmacı, iddia sahibi tarafından sunulan bu “sözde kanıtlara” dayanarak “ısrarlı takip/taciz”den sorumlu olduğum yönünde karar verdi. Bu kararın kabul edilemez olduğunu iddia ederek tüm suçlamaları reddettim. Soruşturma hiçbir somut kanıta dayanmıyordu; soruşturmacı nesnel davranmamıştı. Ayrıca soruşturma sırasında birçok idari hata yapılmıştı. Suçlamalar hakkında son güne kadar bilgilendirilmemiştim; nihai karar alınmadan önce soruşturma sırasında sunulan belgeleri değerlendirmeme, karşı belge sunmama izin verilmemişti; mülakatları kayıt altına almam bile engellenmişti. İdari süreçte işlenen tüm bu hatalar o dönemdeki avukatım tarafından kaleme alınan 10 Ekim 2018 tarihli bir mektupla üniversiteye iletildi (bu mektup mahkemeye sunuldu).
Soruşturmayı yürüten kişinin iddia sahibi ile aramda yakın bir ilişki yaşandığını dikkate almaması son derece dikkat çekiciydi. Soruşturulan özel bir ilişkiyse, o ilişkinin her yönüyle masaya yatırılması gerekiyordu. 4 Nisan 2018 tarihinde, yani taciz suçlamasından iki hafta sonra dekanla yaptığım bir yazışma, soruşturmanın ne kadar sorunlu olduğunun mükemmel bir göstergesiydi. Şöyle yazmıştı dekan: “Dürüst olmak gerekirse bu olaya uygun bir isim bulmakta güçlük çekiyoruz. Şimdilik vardığımız sonuç bunun işyerinde iki kişi arasında yaşanan ve en azından bir tarafa rahatsızlık veren bir sorun olduğu”. Buna rağmen, soruşturmayı yürüten kişinin nesnellikten uzak ve eksiklerle dolu raporunu temel alan üniversite, bana taciz ve profesyonelliğe uygun davranmama gerekçesiyle bir uyarı verdi.
Üniversitenin verdiği karardan memnun olmayan iddia sahibi, ücretli izinde bulunduğum dönemde görevli olduğum kurumlara asılsız suçlamalarla dolu emailler göndermeye başladı (2018 sonbaharında farklı kurumlara, akademisyenlere ve network’lere gönderilen bu emailler mahkemeye sunuldu). Ayrıca kanserden ölen oğlumun anısını yaşatmak ve ender görülen bir çocukluk kanseri türü olan nöroblastoma hastası çocukların ailelerine yardım etmek amacıyla başlatmayı düşündüğümüz projeleri baltalamaya çalıştı. Bu süreçte benim “hüküm giymiş bir cinsel tacizci” olduğum yönünde iddialarda bulunuyor, bu iddiaları özel iletişim kanalları aracılığıyla yaymaya çalışıyordu. Nihayet 1 Haziran 2020 tarihinde bu iddiaları özel alandan kamusal alana taşıma kararı verdi; sosyal medyada kişiliğimi ve kariyerimi hedef alan bir iftira ve karalama kampanyası başlattı. Attığı ilk twitlerde adımı açıktan vermese de suçlanan kişinin ben olduğumu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tarif ediyordu. Özel kanallardan asılsız iddialarını geniş bir çevreye yaydığı için ismimin açıkça anılması fazla zaman almadı. Bu davranışıyla kendisine daha önce gönderilen ve iftiranın İsveç Ceza Kanunu’na göre suç olduğunu hatırlatan iki ihtarnameyi ciddiye almadığı, sosyal medyada kendisini iki buçuk senedir taciz etmeye devam ettiğim, Lund Üniversitesi’nden de bu nedenle kovulduğum yönünde iddialarda bulunarak beni sosyal ölüme mahkum etmeyi amaçladığı anlaşılıyordu. Bu iddiaların tümü asılsızdı, hiçbir belge ya da kanıta dayanmıyordu. Oğlumun ölümünün ardından İspanya’ya yerleşmiş, üniversiteden bu olaydan bir buçuk sene sonra, çalıştığım merkezin kapatılması nedeniyle karşılıklı anlaşarak ayrılmıştım (bu bilgileri doğrulayan, fakülte dekanı tarafından yazılmış biri 20 Aralık 2019, diğeri 10 Haziran 2020 tarihli iki mektup mahkemeye sunuldu). 6 Mart 2018’den itibaren hiçbir şekilde iletişim kurmadığım iddia sahibi, başka bir ülkede yaşamımı sürdürürken kendisini nasıl taciz ettiğim yönündeki soruları cevapsız bırakmayı tercih etmişti.
İddia sahibinin 1 Haziran’da başlattığı, önceden planlandığı anlaşılan sosyal medya kampanyası hiçbir etik kalıba sığmayacak şekilde yürütüldü. İktidar yanlısı medya beni İsveç devleti tarafından korunan “Fetöcü sapık” olarak adlandırarak bu iddiaların yayılmasına katkıda bulundu ve beni kamuoyuna hedef gösterdi. Aleyhimdeki iddiaları haberleştiren, bu iddiaları destekleyen köşe yazıları, mülakatlar yayınlayan “bağımsız” (!) medya, noter aracılığıyla gönderilen tekzip yazılarını bile yayınlamayarak cevap hakkımı kullanmamı engelledi. Kendini “feminist” olarak tanımlayan ve Türkiye kamuoyunun yakından tanıdığı bazı avukatlar 26 Haziran 2020 tarihinde sosyal medya üzerinden yaptıkları bir kamuoyu açıklamasıyla iktidar tarafından başlatılan soruşturmanın “takipçisi olacaklarını” beyan ettiler. Bu pervasız tepkiden cesaret alan iddia sahibi ise “ısrarlı takibine” devam etti. Hala da ediyor.
Bu asılsız suçlamalar ve bu suçlamaların tetiklediği sosyal medya kampanyası yüzünden hem profesyonel, hem de özel hayatımda büyük zarar gördüm. T.C. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı hakkımda bir soruşturma başlattı. Kamuoyundan gelen baskılar nedeniyle Türkiye’deki yayıncım oğlumun kanserle mücadelesini anlatan ve geliri nöroblastomayla mücadele eden bir Türkiyeli çocuğa bağışlanacak olan anı kitabının yayınlanmasını erteledi. Aynı şekilde 2018’den beri çekimlerini yapmakta olduğumuz, oğlumun annesi (ki kendisi de bu acımasız linç kampanyasının ve asılsız iddiaların kurbanlarından) ve benim yas süreçlerini anlattığımız belgeselin festivallerde tanıtılmasını ertelemek zorunda kaldık. Kampanyanın başladığı 1 Haziran tarihinden itibaren sosyal medya üzerinden hakaretlere ve ölüm tehditlerine maruz kaldım. İddia sahibi ve iddia sahibinin avukatları, İsveç’teki yasal süreç hakkında açıkça yalan söyleyerek, dolayısıyla kamuoyunu bilinçli olarak yanıltarak bana yönelik bu saldırıları cesaretlendirdiler (26 Haziran’da paylaşılan açıklamada hakkımda İsveç’te bir savcılık soruşturması başlatıldığı iddia ediliyordu; oysa iddia sahibinin 29 Mayıs’ta yaptığı şikayet ortada isnat edilen suçu kanıtlayan bir belge olmadığı gerekçesiyle 1 Haziran’da – yani 48 saat içinde – reddedilmişti. Resmi belgelerle tüm iddiaları çürütülen bu açıklama aradan aylar geçmesine rağmen internet üzerinden hala ulaşıma açık). Bu süreçte yargısız infaza katılmayan ya da susmayı tercih edenler ise fişlenerek “terörize edildi”. Kampanya, “eril şiddet faili” olarak nitelendirildiğim #erilakademiyedurde adlı bir sanal manifesto yazılmasına neden oldu ve bu manifesto Türkiyeli 488 akademisyen, aktivist ve öğrenci tarafından imzalandı. Aynı anda iki ülkede yasal mücadele vermem gerektiği için kişisel bütçemi çok aşan harcamalar yapmak zorunda kaldım. En önemlisi de “travma sonrası stres” (post traumatic stress disorder) ve yas nedeniyle zaten yıpranmış olan beden ve ruh sağlığımı tamamen kaybettim.
Yaşanan süreçte elbette benim de hatalarım oldu. Her şey bir yana, daha önce ilişki yaşadığım birinin prestijli bir AB projesi almasına yardımcı olmamam gerekiyordu. Aramızdaki yakınlık sona ermiş bile olsa bu projede danışman olarak yer almayı kabul etmemeliydim. Ancak bu hatalar hakkımda asılsız iddialar ortaya atılmasını, açıkça yalan beyanlarda bulunulmasını haklı çıkarmıyor.
Evet, özel hayatın “özel” kalması gerekir. Öte yandan haklı duyarlılıkları istismar ederek başta akademik camia, medya ve hukuk çevreleri olmak üzere geniş bir kamuoyunu kişiliğime ve kariyerime yönelik bir infaz kampanyasına katılmaya teşvik eden asılsız iddialara da cevap vermek zorundayım. Bu nedenle söz konusu iddiaları ortaya atan kişi hakkında İsveç’te 12 Kasım 2020 tarihinde “ağırlaştırılmış/nitelikli iftira” suçu kapsamında bir ceza davası açtım (dava dosyası toplam 118 sayfa tutan 29 ek belge içeriyor). Hukuki süreçte tüm gerçekler ortaya çıkacak, yaşananların kamuoyuna anlatılanın tam tersi olduğu anlaşılacak. İşte o zaman adalet yerini bulmuş olacak.
Umut Özkırımlı
NOT: Bu metinde bahsedilen ya da atıfta bulunulan tüm belgeler mahkemeye sunulduğu için kamuya açık bir nitelik taşıyor. Bu vesile ile sosyal medya infaz kampanyasına katılmayarak yasal sürece saygı gösteren herkese de teşekkür ederim.
One thought on “Asılsız olarak cinsel tacizde bulunmakla suçlandım”
Comments are closed.