“Masumiyet karinesine” geri dönmeliyiz

#MeToo hareketi sadece feminist bir devrim değil. Bu hareket sayesinde iktidar hiyerarşileri sarsıldı; erkeklerin gücünü patriyarkadan alan davranışları sorgulandı; cinsel taciz ve cinsel saldırı konularında bilinçlenme arttı. Erkeklerin kadınlarla kurdukları iletişim biçimlerini değiştiren, kurumların uygunsuz davranış ve cinsel taciz vakalarını daha etkili bir şekilde ele almalarını sağlayan #MeToo’nun toplum üzerindeki etkisinin birçok açıdan olumlu olduğunu söyleyebiliriz. Cinsel tacize uğrayanların bu durumu polise bildirmeleri, yargı önünde haklarını aramaları çok önemli. Artık daha fazla sayıda kadın görünür olmaya cesaret ediyor, hikayesini paylaşma gücünü buluyor. Bu, olumlu ve önemli bir gelişme.   

Öte yandan #MeToo hareketinin sorunlu yanları da var. Bunlardan biri haksız yere suçlanan erkekler. Hayatları ve kariyerleri biten, itibarları yerle bir olan erkekler. Tek bir kanıt sunulmadan feminizm adı altında feda edilen erkekler. Bu ödenmesi gereken bir bedel mi? Hayır. İnsanların hayatları herhangi bir hareketin çıkarları uğruna harcanabilecek bozuk para değil. Buna rağmen #MeToo adına hayatların değersizleştirildiği, gözden çıkarılabildiği birçok vaka var. Hukuku hiçe sayarak adaleti sağlama görevini kendi üzerine alan kişilere bunca hoşgörü gösterilmesi, hatta bu kişilerin teşvik edilmesi ise son derece korkutucu. Ya da aktivizm adı altında masum insanların kamusal alanda aşağılanması, mide bulandırıcı bir şekilde yaftalanması. Yanlış anlaşılmasın. #MeToo hareketini eleştirmek değil amacım. Tersine #MeToo’nun kadınların seslerini yükseltmelerine çok büyük ve olumlu bir katkı sağladığını düşünüyorum. Karşı çıktığım masum insanların “sözde-feminist” gündemlere alet edilmesi; yargısız itibar suikastı yapmaya, kitlesel linç ayinine katılmaya hazır bunca insan olması.

Bu konuda benim yaşadığım bir deneyim de var. Son iki buçuk yıldır haksız yere suçlanıyorum. Yargılanmadığım ve herhangi bir hüküm giymediğim halde bir suçlu muamelesi görüyorum. Normal koşullarda özel hayatın “özel” kalması gerektiğine inanırım. Ama bu durumda konuyu kamusal alana taşımaktan başka bir seçeneğim yok. İlişki yaşadığım bir kadının aramızdaki ilişki bittikten sonra yaymaya başladığı ve bana büyük zarar veren asılsız iddialarla başka şekilde başa çıkmam imkansız. Benim “hüküm giymiş bir cinsel tacizci” olduğum yönündeki bu iddialar tek bir kanıt olmadığı halde hiç sorgulanmaksızın kabul edildiği için sosyal medyada çok yoğun bir iftira ve karalama kampanyasına maruz kaldım. Söz konusu kişi, çalıştığım kurumlara da bu asılsız iddiaları içeren mektuplar yollayarak “siyasi doğrucu” duyarlıklara sahip meslektaşlarımın benimle işbirliği yapmaktan kaçınmalarını sağlamaya, güncel bir terimle ifade edecek olursak beni “iptal ettirmeye” (cancel culture) çalıştı.  

Bu kişi asılsız iddialarını yaymayı sürdürdüğünden kendisine İsveç’te “ağırlaştırılmış/nitelikli iftira” suçu kapsamında ceza davası açıyorum. Bireylerin kendilerini savcı ya da yargıç yerine koyma hakkı yoktur. Adaleti sağlamak, hukuk sisteminin görevidir.

Hukukun en temel ilkelerinden biri de “masumiyet karinesi”, yani suç kesinleşmediği sürece kimsenin hükümlü (ya da fail) sıfatıyla değerlendirilemeyeceğidir. Savcılık, isnat edilen sucun her unsurunu hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde kanıtlamakla yükümlüdür. Ancak sosyal medyada hakim olan zihniyet bunun tam tersidir; suçlanan kişinin suçsuz olduğunu kanıtlaması beklenmektedir. Bu içinden çıkılması mümkün olmayan bir bubi tuzağıdır. Kendini savunmaya, suçsuz olduğunu kanıtlamaya çalışan kişi bir kadını “yalancı” olarak nitelendirmiş sayılacak, böylelikle #MeToo hareketinin hesaplaşmaya çalıştığı yapısal sorunları yeniden üretmekle itham edilecektir. Söyleyeceğiniz her şey aleyhinize kullanılacaktır (bu metnin de aynı şekilde kullanılacağından kuşkum yok). Öte yandan kendinizi savunmaz, suçlamaları reddetmezsiniz, bu kez suçlu olduğunuzu baştan kabul etmiş sayılacaksınız. Asılsız iddialar içeren tek bir email bile bu kişiyi itham altında bırakmaya yetecek, işverenlerinde ya da birlikte çalıştığı meslektaşlarında bu kişiyle ilişki kurmalarının kendilerini de suçlu konumuna düşüreceği yönünde bir korku doğuracak.

Peki böyle bir durumda ne yapmamız gerekir? Yanıt basit: Masumiyet karinesi ilkesine geri dönmeli, kendimize bir kişinin aksi ispat edilene kadar suçsuz olduğunu hatırlatmalıyız. İş yerleri sadece taciz ve cinsel taciz iddialarını soruşturmakla değil, suçlanan kişi lehine kanıt ve tanıklıkları da değerlendirmekle yükümlüdür. Benim durumumda işveren bu yükümlülüğünü yerine getirmemiş, sunulan kanıtları değerlendirmekten ve nesnellikten uzak, son derece yetersiz bir idari soruşturma yürütmüştür. Bu soruşturmanın sonucunda verilen karar bana büyük zarar vermiştir, hala da vermektedir. Özetle suçlanan kişinin suçlu olduğunu varsaymayın. Özellikle de ortada isnat edilen suçu kanıtlayan bir soruşturma yoksa. Bir meslektaş olarak, bir dost olarak, içi boş, asılsız iddialara kanmama yürekliliğini gösterin. Linççi güruha katılıp suçlanan kişiyi “sosyal ölüme” mahkum etmeme cesaretine sahip olun.    

Umut Özkırımlı

İkinci bir metinde birlikte çalışmaya başlamadan önce ilişki yaşadığım bu kişinin bana yönelik asılsız taciz/cinsel taciz iddialarını ve bu iddiaların bana verdiği zararı detaylarıyla anlatıyorum. Hikayenin benim tarafını duymak isterseniz, bu link’ten ulaşabilirsiniz.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s