Bu açıklama ilk olarak 5 Haziran 2020 tarihinde Medium.com sitesinde yayınlandı. Şikayet üzerine Medium hesabım kapatıldı ve açıklamaya erişim engellendi. Bu nedenle tekrar yayınlıyorum. Metinde yeni bir engelleme ile karşılaşmamak için bazı kozmetik değişiklikler yapıldı.
Öncelikle bazı noktaları kısaca netleştirmek istiyorum. Ardından daha fazla detayın yer aldığı açıklamamı sunacağım.
1. Hakkımdaki iddiaların ortaya atılış biçimi kamuoyunda yaşananların “cinsel taciz” olduğu şeklinde bir izlenim doğmasına neden olmuştur. Atıfta bulunulan idari soruşturma cinsel taciz iddiasıyla başlatılmamıştır.
2. İddia sahibi “akademide taciz” başlığı altında dolaşıma soktuğu suçlamalarında kendisi ile İsveç’e yerleşmeden başlayan bir ilişkimiz olduğu bilgisini gizlemektedir. Üniversite ortamında tanıştığımız ve bu tanışıklığı profesyonel sınırların dışına taşımaya zorladığım gibi bir algı oluşturmuştur. İddia sahibi üniversitede çalışmaya başladığında bizim devam etmekte olan bir birlikteliğimiz vardır; bu süreçte benim önerdiğim bir proje ile Marie Curie bursuna başvurmuştur. Yani kendisiyle olan ilişkimiz özelden meslektaşlığa dönen bir ilişkidir; tersi söz konusu değildir.
3. Aramızdaki ilişki sona erdikten sonra kendisinin şikayeti ile başlatılan idari soruşturma sonucunda hakkımda verilen tek karar “ısrarlı takip” sonucu uyarılmadır; herhangi bir disiplin cezasına gerek duyulmamış, üniversite ile ilişiğim kesilmemiş, görevime devam etmem beklenmiştir. Bu uyarıya itirazımı aşağıda daha detaylı açıklayacağım.
4. Bu karardan memnun olmayan iddia sahibi hakkımda çeşitli kurumlara emailler yazarak, oğlumun vefatı ile ilgili röportajları engellemeye çalışarak beni kişisel olarak cezalandırmaya kalkmış, bu nedenle kendisine İsveç’teki avukatım tarafından iki ihtarname gönderilmiştir. Bu iki ihtarname ve üniversiteye yaptığım bir şikayet dışında iddia sahibi ile 6 Mart 2018 tarihinden itibaren email, telefon veya başka bir yolla hiçbir iletişimim olmamıştır.
5. İsveç gibi kadın haklarının incelikle korunduğu bir ülkede 2.5 yıl boyunca “sürekli bir şekilde” taciz edildiğini iddia eden kişinin polise şikayet etmek ya da hukuki yollara başvurmak yerine ne olduğunu tam olarak açıklamadığı bir taciz iddiası ile trol hesaplara ismimi ifşa ettirmesi (kendi açıklasa idi bu bana kendisini dava etme hakkı verecekti), bu yolla beni sosyal medyada hedef göstermesi kabul edilebilir değildir.
6. Gerekli hukuki işlemler başlatılmıştır.
Yaşananların detayları için aşağıdaki açıklamayı okuyabilirsiniz.
**
Kendisini 2.5 sene boyunca taciz ettiğimi iddia eden kişi ile Nisan 2017’de yazışmaya başladık. Söz konusu kişi, Mayıs ve Haziran aylarında benimle buluşmak için iki kez Lund’a geldi. Bu ziyaretlerde birlikte olduk. Bu dönemde benimle İsveç’te bir hayat kurmak istediğini yazıyordu (yazışmalar mevcut). Ağustos 2017’de İsveç’e yerleşti. İlişki, Kasım 2017 ortasına kadar sürdü. Bu süre zarfında iddia sahibi, çocuklarımız ve ben bir aile gibi birlikte yaşıyorduk. İlişki iş çevresinde biliniyordu. Ancak iddia sahibi İsveç’e benimle birlikte olmak, benimle çalışmak istediği için geldiği düşünülmesin diye ilişkimizi Türkiye’deki arkadaşlarından saklamayı tercih etti. Saygı duydum. İlişkimiz süresince iddia sahibi ile aramızda ast-üst ilişkisi yoktu. Aynı yerde çalışan iki meslektaştık.
Kasım 2017’de iddia sahibi ilişkimizi arkadaşlığa çevirme kararı aldı. Ayrılık sürecinde yaşanan bazı sorunlara rağmen aynı ortamda çalışmaya, birlikte proje üretmeye devam ettik. Aralık sonundaki bir partide iddia sahibi ile ilgilendiğini düşündüğüm bir erkek meslektaşa aramızda Kasım ayına kadar devam eden bir ilişki olduğunu söyleyen bir mesaj attım. Ertesi gün hem kendisinden, hem mesajı yolladığım kişiden, hem de partideki diğer meslektaşlardan yazılı ve sözlü olarak özür diledim. Konu kapandı.
4 Mart 2018’de sosyal medya hesaplarım hacklendi. Hacker, timeline’ıma kendisini iddia sahibini hacklemek için tuttuğumu öne süren bir mesaj koydu. Olayı aynı gece ve ertesi gün polise bildirdim; polise hackerle olan yazışmalarımı ve banka dekontlarımı da verdim. Üniversite güvenliğini bilgilendirdim. Daha önce oğlum Luca’nın adına sahte bir Instagram hesabı açılmış, para toplanmaya çalışılmıştı. Ayrıca 3 Temmuz 2017 günü yaptığımız bir yazışmada iddia sahibi, Facebook hesabının daha önce de hacklendigini söylemişti. Polis bu bilgiler üzerine dosyayı kapattı.
Tüm bu önlemlere rağmen iddia sahibi, muhtemelen ilişkimizin ortaya çıkması korkusuyla, hackerın benim tarafımdan tutulduğu yalanını yaymaya devam etti. 6 Mart 2018 tarihinde kendisine attığım bir email ile artık iletişimde kalamayacağımızı belirttim. Yani aramızdaki arkadaşlık ilişkisini ben bitirdim. O günden sonra kendisi ile hiçbir şekilde temas kurmadım.
Bu email üzerine 7 Mart tarihinde ortak bir arkadaşımızdan iddia sahibinin birlikte kazandığımız Marie Curie projesinden çekilmemi talep ettiğini, kabul etmezsem hakkımda taciz şikayetinde bulunacağını söylediği bir mesaj aldım. Luca’nın tedavisi nedeniyle Barselona’ya gitmek üzere olduğum için kendi fikrim olan (yazışmalar mevcut) projeden çekildim. 22 Mart 2018 tarihinde söz konusu kişi fakülteye taciz şikayetinde bulundu. Fakülteye kanıt olarak sadece ayrılık sürecinde yaşanan Kasım-Aralık 2017 tarihli konuşmalar sunulmuştu. Bu konuşmalarda hiçbir tehdit, ısrar yoktu.
Fakülte aramızda ilişki olduğu için şikayeti hangi kategoriye koyacağına karar veremedi (yazışmalar mevcut). 6 ay süren ve birçok kural ihlali içeren bir soruşturma sonucunda bana “ısrarlı takip” (stalking) suçlaması ile yazılı uyarı verildi. Soruşturma idari olduğu için temyiz hakkı yoktu. Daha sonra 3 haftalık bir itiraz sürem olduğunu öğrendim. Bunun bana bildirilmemesi başka bir kural hatası idi. Ekim 2018’de üniversiteye o dönemki avukatım aracılığıyla süreçteki sorunlara işaret eden ve kararı resmen reddeden bir mektup yollandı.
Soruşturma sürerken iki önemli gelişme oldu. İddia sahibinin eski öğrencilerime ulaşarak kendilerinden bana karşı tanıklık etmelerini istediğini öğrendim. Öğrencilere tanıklık etmeyi kabul etmeleri halinde İsveç’e gidiş-geliş masraflarının çalıştığımız merkez tarafından ödeneceği iletilmişti. Ayrıca iddia sahibi söz konusu kişilere oğlumun hastalığı ile ilgili vicdani bir ikilem yaşamamalarını, “Luca’nın fazla zamanı kalmadığını” söylemişti.
Bu bilgiyi kimseyle paylaşmamıştık; üçüncü kişilerin duymuş olması mümkün değildi. İspanya’ya gittiğimde oğlumun annesi Erika’nın benden habersiz iddia sahibine bir mesaj attığını ve şikayetinden vazgeçmesi için ona “yalvardığını” öğrendim. İddia sahibi, Erika’ya “keşke beni taciz etmek yerine seninle kalsaydı, Luca’ya odaklansa ve onunla zaman geçirseydi” diye yanıt vererek teklifi geri çevirmişti. 4.5 sene boyunca yan yana savaştığımız Erika “Umut’u senin gördüğün gibi görmüyorum. Yıllar boyunca bu mücadeleyi birlikte verdik. Ve bu mücadelenin her anında Luca’nın yanında oldu. Bana karşı her zaman çok nazik ve ince davrandı” diye yazarak konuşmayı bitirmişti.
Diğer gelişme, iddia sahibinin Türkiye’den arkadaşı olan bir öğrencinin bir Atina gezisi sırasında kendisini taciz ettiğimi iddia etmesiydi. Söz konusu gezi benim arkadaşlarımla çıktığım bir geziydi. Öğrenci benimle birlikte Kıbrıs üzerine master tezi yazmak istiyordu ve benden kendisini Kıbrıslı bir meslektaşımla tanıştırmamı rica etmişti. Arkadaşlarını ziyaret için aynı tarihlerde Atina’ya geldi. Bizimle 6–7 saat kadar bir zaman geçirdikten sonra arkadaşlarıyla buluşmak üzere bizden ayrıldı. Bu süre zarfında bir kahve molası dışında yalnız kalmadık; birlikte olduğumuz meslektaşlar ilişkimizin profesyonellik dışına çıkmadığına dair tanıklık yaptılar. Öğrenci, iddia sahibi ile ilişkimi biliyordu. İddialarına yönelik somut bir kanıt da sunmamıştı. Soruşturma raporunda “profesyonelce” davranmadığım iddia edildi. Buna itiraz etmedim.
Karar toplantısı 1 Haziran günü yapıldı. Aynı gün hastaneye giderek Luca’nın “DNR” (do not resuscitate, canlandırılmama) kağıtlarını imzaladım. 1 ay sonra, 5 Temmuz 2018’de Luca öldü.
Üniversitenin verdiği karardan memnun olmayan iddia sahipleri ilişkili olduğum üç kuruma (LSE, IWM ve CIDOB) email atarak benim “tacizci” olduğumu iddia ettiler ve benimle ilişkilerini kesmelerini talep ettiler. Luca üzerine Ayşe Arman ile yaptığım bir röportajın yayınlanmasını engellemeye çalıştılar. Son olarak ismimi “cinsel taciz”den “yargılanmış ve suçlu bulunmuş” akademisyenlerin olduğu bir veri tabanına ekletmeye çalıştılar. Bunun üzerine kendilerine, yukarıda da belirttiğim gibi, avukatlarım aracılığıyla bir uyarı mektubu gönderdim ve karalama kampanyasını durdurmaları için fakülteye resmi şikayette bulundum. İddia sahibi de kendisini email yoluyla tehdit ettiğimi iddia ederek karşı şikayette bulundu.
Tehdit içerdiği söylenen email, Luca’nın ölümünün hemen ardından bir online kitap sitesinden verdiğim siparişin konfirmasyon email’i idi. Yani kitap faturası! İddia sahibi kanser nedeniyle hayatını kaybedenler tarafından yazılan anı kitaplarının faturası aracılığıyla kendisini “ölümle tehdit ettiğimi” iddia ediyordu. Olayı araştırdım. İlişkimiz olduğu sırada bilgisayarımı ortak kullandığımız, online sipariş verdiğimiz için “autofill” seçenekleri arasında kendisinin email adresinin de yer aldığını farkettim. 4–5 sitede bu email kayıtlıydı; Google sipariş sırasında otomatik olarak bu email adresini girmişti. Bu sitelerin ve autofill seçeneklerinin resimlerini çektim. Ayrıca hem siparişi verdiğim kitap sitesi, hem de faturayı kesen banka ile görüştüm. Banka hata yaptığını kabul ederek benden özür diledi (yazışmalar mevcut). Bu yazışmaları fakülteye sundum. Başka bir iddia zaten yoktu.
Fakülte benimle görüşmeden ve soruşturma yürütmeden başvuruları sonuçlandırdı. İddia sahibinin yaptıkları ifade özgürlüğü çerçevesine giriyordu; benimse daha önce verilen uyarıya uymam tavsiye ediliyordu. Herhangi bir ihlal söz konusu olmadığı için bu kararı da resmi bir email atarak reddettim.
İddia sahibinin geniş bir çevreyle bu olayı paylaştığını, bu paylaşımlarda özellikle “taciz” terimini kullanarak verilen uyarının “ısrarlı takip”le ilgili olduğunu sakladığını duyuyordum. Aynı zamanda sadece kendi çevremle paylaştığım bazı bilgilere atıfla sosyal medya paylaşımları yapıyordu. Benim feminist akademisyenlerle resim çektirmem, Julie Wark ile birlikte #MeToo üzerine bir kitap yazmam kişisel hesaplarımda paylaştığım bilgilerdi. Bunlardan haberdar olması asıl “ısrarla takip” edenin o olduğunu gösteriyordu (İsveç’teki avukatlarım toplam 50 civarında taciz paylaşımı tespit etmişlerdi). Birkaç hafta kadar önce Lund’da öğrenci olan biri benim üniversiteden “taciz” nedeniyle atıldığımı iddia edince yasal işlem başlatma kararı aldık ve kendisine ikinci bir uyarı mektubu gönderdik.
Üniversite, idari bir kararla yeni yapılandırmaya giderek çalıştığımız merkezi kapattı. Merkez, fiziksel mekan olarak açık kalacaktı ama kadrolu çalışanı olmayacaktı. Lund ile Luca’nın ölümünden sonra bir ilişkim kalmamıştı. Üniversiteye istifa etmek istediğimi belirttim; tazminatım verildi ve ayrıldım. Son toplantıda dekana hakkımda süren karalama kampanyasını hatırlattım ve durumu açıklayan bir mektup yazmasını istedim. Dekan merkezin kapatılması ve psikolojik durumum nedeniyle işten ayrıldığımı, yaşanan soruşturmanın üniversite açısından 1 Haziran 2018 tarihinde kapandığını, benim bu süreci iyi idare ettiğimi, gerekirse bu konuda kendisiyle görüşülebileceğini bildiren bir destek mektubu yazdı (yazışmalar mevcut). Dostça ayrıldık. Şu an merkezde kadrolu çalışan kimse yok.
Sonuç olarak tarafıma yöneltilen ve sonrasında bir sosyal medya linçi halini alan taciz iddialarını kabul etmem mümkün değildir.
Söz konusu olan “taciz”, “asılma”, “ısrarlı takip” değil, iki yetişkin insan arasında yaşanması son derece normal karşılıklı bir ilişkidir. İddia sahibinin İsveç’e taşınma kararı, birlikte yapılan bir yeni hayat planıydı; ben de o süreçte ona hem İsveç’e gelmesi aşamasında, hem de İsveç’te kuracağı yeni hayatta elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım — ki bu, aralarında duygusal bir ilişkisi olmayan iki dost arasında da yaşanabilecek türden bir yardımlaşmaydı. İsveç’e taşındıktan sonraki süreçte ben, iddia sahibi ve çocuklarımız bir aile gibi olduk. Bütün bunlar gerek fotoğraflar, gerekse aramızdaki yazışmalar ile ispatlanabilir durumda olan, kendisinin de inkar edemeyeceği ve soruşturmada referans verilen somut olgulardır. 2017 yılının sonlarına doğru ilişkimizde sorunlar yaşanmaya başladı. Bunlar her duygusal ilişkide yaşanabilecek türden problemlerdi ve ayrıldık. Ayrıldıktan sonraki dönemde de dostane ilişkimiz bir süre daha devam etti. Onu taciz ettiğimi idda ettiği dönemde arkadaşlığımızın sürdüğüne dair yazışmalar çok açıktır. Örneğin ehliyetim olmadığı için arabamı o kullanmaktadır; birlikte gitmeyi planladığımız bir konferansla ilgili olarak söz konusu üniversiteye aynı odada kalabileceğimizi yazabilmektedir (22 Kasım 2017). Taciz edildiğini iddia eden bir kadının, taciz edildiği döneme ilişkin olarak tacizle suçladığı kişinin arabasını kullanması veya 6 ay sonra yapılacak konferansa dair otelde onunla aynı odada kalabileceğini yazması akla ve mantığa aykırıdır. Bütün bunların kanıtları mevcuttur.
Bunun ötesinde:
İddia sahibi beni birlikte aldığımız Marie Curie projesinden ayrılmaya zorladığını gizliyor. Beni projeden ayrılmaya zorlayabilmesi “ezen-ezilen” ilişkisinin varsayıldığı gibi olmadığının kanıtıdır.
İddia sahibi “2,5 senedir beni taciz ediyor” dediği şeyin iki avukat mektubu ve üniversiteye yapılan bir şikayet başvurusu olduğunu açıklamıyor. Başka bir deyişle, yasal hakkımı savunmamı taciz olarak nitelendiriyor.
İddia sahibi ve öğrenci üç farklı kurumla yazıştıklarını, beni işten attırmaya çalıştıklarını söylemiyor. Luca’yle ilgili röportajların yayınlanmasını durdurmayı bile denediklerini belirtmiyor. Kendilerine avukat aracılığıyla ihtarname gönderilmesinin nedeni budur.
İddia sahibi, üniversitenin yürüttüğü “psiko-sosyal iş ortamı” araştırmasının idari bir süreç olduğunu belirtmiyor. Hakkımda disiplin soruşturması yok; mahkemelere yansımış bir süreç yok; dava yok; karar yok. Soruşturma sonucunu da Ekim 2018’de resmi olarak reddettik.
İddia sahibi tacizden ne kastettiğini kasıtlı olarak açıklamıyor. Hiçbir delil sunmuyor. Israrlı takipten ne kastettiğini açıklamıyor. Israrlı takip, arama, yazışma gibi somut kanıtlara dayanmak zorunda olduğu halde bunları — varsa — paylaşmıyor. Hukuksal başvurusu olmadığı için de beni sosyal medyada linç ettirme yolunu seçiyor.
Her şey bir yana İsveç gibi toplumsal cinsiyet eşitliğine büyük önem verilen bir ülkede üniversitedeki görevime iki yıl daha devam etmiş olduğum gerçeğini saklıyor. Bu bile başlı başına bu iddiaların dayanaksız olduğunu göstermektedir.
Tekrar ediyorum. Tarafıma yöneltilen ve sonrasında bir sosyal medya karalama kampanyasına dönüşen tüm taciz iddialarını reddediyorum. Bu açıklamada belirtilen unsurların dayandığı belgeleri İsveç ve Türkiye’deki avukatlarımla paylaştım. Şu an İsveç’te başlamış bir hukuki süreç var. Gerekli değerlendirmeler yapıldıktan sonra Türkiye’de de hukuki süreç başlatılacak.
UMUT ÖZKIRIMLI
